EN

Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı dolayısıyla yaptığı konuşma:

Kahraman ve gazi Kıbrıs Türk halkı, sevgili kardeşlerim;
Bugün, vatan bildiğimiz bu topraklarda varoluş direnişimiz ile ulusal mücadelemizin en önemli ve en kutsal günlerinden birini yaşıyoruz.
Bugün, bir asırlık özgürlük ve bağımsızlık mücadelemizin taçlandığı, karanlıkların yok olup, özgürlük güneşinin doğduğu gündür.
Bugün, tüm Kıbrıs’a barışı ve huzuru, halkımıza özgürlüğü ve bağımsızlığı getiren, kendi vatanımızda, kendi devletimizin çatısı altında korkusuz ve egemen olarak yaşamımızı sağlayan mutlu 20 Temmuz Barış Harekatı’nın 50’nci yıldönümüne ulaşmış bulunuyoruz.
Bugün onur ve gurur gündür.
Bugün, Barış Harekatı’nın 50’nci yıldönümünü kutluyoruz: Kıbrıs’ta Türk varlığı olduğu müddetçe 100’üncü yıldönümünü ve sonsuza dek diğer yıldönümlerini kutlayacağız.
Barış Harekatı’nın 50’nci yıldönümünü büyük bir gurur, çoşku ve heyecanla kutlarken, aziz şehitlerimizi, özgürlük mücadelemizin lideri Dr. Fazıl Küçük’ü , Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf R. Denktaş’ı, tüm dava arkadaşlarını, dönemin Türkiye Cumhhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit’i, Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’ı bir kez daha rahmet ve minnetle anarken, kahramanlık destanları yaratan halkımızı, Mücahitlerimiz ile Mehmetçikleri ve gazilerimizi saygıyla selamlıyorum.
Vatan ve Kıbrıs Türk halkı hepinize minnettardır.


Sevgili kardeşlerim;
Karanlık, acı ve gözyaşı dolu günlerden, bugünlere ulaşmışsak, bunu halkımızın bir asırlık direnişine, aziz şehitlerimize, Anavatan Türkiye’ye, mutlu Barış Harekatı’na ve Mücahitlerimiz ile Mehmetçiklerimize borçluyuz.
Bunları unutmak ve unutturmak asla mümkün değildir. Bu duygu ve düşünceleri nesilden nesile aktarmak ve sonzusa dek yaşatmak en büyük görevimizdir.
Bunu unutup, unutturursak tarih bizi afffetmeyecektir.
Kahraman halkım,
Rum-Yunan ikilisinin, megali idea zihniyeti dedikleri büyük ülkü doğrultusunda,Girit’te yaptıkları gibi Kıbrıs Türk halkını yok ederek, Kıbrıs’ı bir Elen adası yapma girişimleri yeni değildir. Bu çağdışı ve köhnemiş zihniyet halen devam etmektedir.
Kıbrıs’ın 1878 yılında İngiltere’ye kiralanması ve İngiltere’nin 1914 yılında haksız ve tek yanlı bir kararla Kıbrıs’ı ilhak etmesiyle Rumların Enosis mücadelesi ile saldırılarının yoğunlaştığını görürüz. Rumların 1931 isyanı ile 1950 yılında düzenledikleri plebistin hedefi de Enosisi gerçekleştirmekti.
Rum-Yunan ikilisi ile kilisenin organize edip oluşturduğu EOKA terör örgütünün de hedefi yine aynıydı.
Silah, kan, terör ve katliamla Kıbrıs Türk halkının direnişini yok edip, Enosisi gerçekleştireceklerini zannediyorlardı.
Ama olmadı, başaramadılar. Bunun da bedeli ağır oldu. Halkımız vatan ve Türklük uğruna evlatlarını toprağa verdi.
Halkımızın bağrından doğan Türk Mukavemet Teşkilatı’nın öncülüğünde yürütülen büyük ve destansı direnişle halkımız 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit kurucu ortağı oldu.
Değişmeyen ve bugün de halen devam etmekte olan Rum zihniyetine göre Kıbrıs Türk halkı bu topraklarda misafirdir, azınlıktır ve devlet yönetimde yer almamalıdır.
Rum liderliği ilk günden Kıbrıs Cumhuriyeti’ni “Enosise sıçrama tahtası olarak” değerlendirirken, Kıbrıs Türk halkını imha planı olan Akritas Planı’nı hazırlamış, Rum gizli örgütlenmesi ile silahlanması da başlamıştı.
Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nda Kıbrıs Türk halkına tanınan tüm haklar ayakları altında çiğnenirken, 21 Aralık 1963 günü Rum saldırıları başladı.
Bu, Rumlar tarafından Kıbrıs’ta gerçekleştirilen birinci darbedir. Bu darbede Kıbrıs Türk halkı eşit kurucu ortağı olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nden silah zoruyla dışlanırken, halkımız katliamlara maruz kaldı. 103 köyümüz yakılıp yıkıldı, camilerimiz, kutsal mekanlarımız kirletildi, yerle bir edildi, binlerce insanımız göç etmek zorunda kaldı.
Halkımız, Rum kuşatması altında, adanın yüzde 3’üne tekabül eden gettolarda açlık ve susuzlukla yaşamaya mecbur edildi.


Dünya bunlara seyirci kalırken, yanımızda bir tek Anavatan Türkiye vardı. Kan istediğimzde kan, can istediğimizde can, ekmek istediğimzde ekmek verdi. Erenköy’de gerçekleşmesi an meselesi olan katliamı Cengiz Topel’ler önledi. Bunları da unutmak mümkün değildir.


Kahraman kardeşlerim,
Yunanistan’daki junta liderliği ile Kıbrıs’taki uzantıları 15 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirdikleri askeri darbe ile “Kıbrıs Elen Cumhuriyeti”ni ilan ederken, hedef yine Enosisti. Bu ikinci darbenin de hedefi Kıbrıs Türk halkını yok edip, adayı Yunanistan’la birleştirmekti.
Anavatan Türkiye de uluslarası antlaşmalardan kaynaklanan garantörlük hakkını kullanarak 20 Temmuz 1974 sabahı Barış Harekatı’nı başlattı. Girne sahillerinden özgürlük güneşi doğuyordu.
Girne dağları ve Beşparmaklar buna şahittir.
İşte bugün, bu güneşin doğuşunun 50’inci yıldönümündeyiz.
Barış Harekatı devam ederken, Türk askerinin ulaşamadığı bölgelerde savunmasız durumdaki halkımız katliamdan geçirildi. Taşkent , Atlılar, Muratağa, Sandallar ve diğer bölgelerde yaşanan katliamlar, Rum vahşetinin en büyük kanıtıdır. Türk askeri gelmeseydi halkımız tümüyle soykırımdan geçirilecek, Kıbrıs bir Elen adası olacaktı.
Bugün, Rum-Yunan ikilisi ile işbirlikçileri Kıbrıs’ta yaşananları gizleyip, Kıbrıs sorununun 1974 yılında başladığını ileri sürerken, Barış Haraketı’nın bir “işgal harekatı olduğunu” iddia edebiliyorlar. Ama Kıbrıs’ta yaşananlar ve tarih ortadadır. Bunlar gizlenemez.
Bu gerçek dışı ve çirkin iddiaları ileri sürenler, işgalci ve darbeci görmek istiyorlarsa 21 Aralık 1963 darbesi ile 15 Temmuz 1974 faşist Rum- Yunan darbesine bakabilirler. Şunu da hatırlatmakta yarar var ki; Barış Harekatı gerçekleşmeseydi darbeye karşı çıkan bütün Rumlar katledilecek, Yunan halkı faşist askeri juntanın ayakları altında daha da ezilecek ve Yunanistan’a demokrasi gelemeyecekti.
Bugün, kahraman Türk ordusunun adadaki varlığı ve caydırıcı gücü sayesinde herhangi bir güvenlik kaygısı ve endişe duymadan huzur ve güven içerisinde yaşayabiliyoruz. Bunun değeri hiçbir şeyle ölçülemez.
Sevgili kardeşlerim;
Bugünlere kolay ulaşmadık. Çok çetin ve çok zor safhalardan geçtik. Bu safhaların her adımında büyük bir mücadele , emek ve alın teri vardır. Sahip olduğumuz devleti de bir günde elde etmedik. Halkımız, eşit kurucu ortağı olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nden silah zoruyla dışlanırken, kendi kendini yönetebilmek için 1964 yılının Ocak ayında Genel Komite’yi oluşturdu. Bunu Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi, Türk Yönetimi, Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi, Kıbrıs Türk Federe Devleti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti izledi.
Bu nedenlerle devletimizin 60 yıllık geçmişi vardır diyoruz. KKTC en az Rum devleti kadar meşrudur. Tüm baskılara ve ambargolara ragmen dimdik ayaktadır ve yoluna devam etmektedir. Bizlere düşen görev ise her türlü sorunu aşarak, birlik ve beraberlik içerisinde KKTC’yi daha da güçlendirmektir.


Kahraman Kıbrıs Türk halkı;
Kıbrıs konusuyla ilgili olarak 1968 yılında başlayan müzakere süreçlerinde her zaman samimi, olumlu ve yapıcı bir tutum gösterdik. Amacımız, Kıbrıs’ın ve bölgenin yararına olacak , adil, kalıcı ve sürdürülebir bir anlaşmaya ulaşmaktı. Ama ne var ki, değişmeyen Rum zihniyeti ile hakimiyetçi ve dayatmacı tutumu tüm müzakere süreçlerinin olumsuzlukla sonuçlanmasını sağladı. Bu tutumları bugün de artarak devam etmektedir.


Rum tarafı hala daha gerçekleşmesi mümkün olmayan federal temele dayalı çözümü dayatmaya çalışırken, bu çözüm şekli altında Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılmasını , Türk askerinin Kıbrıs’tan uzaklaştırılmasını ve devletimiz ile egemenliğimizi yok etmeyi hedeflemektedir. Bunları da kabul etmemiz asla mümkün değildir.
Bugün Ukrayna, Gazze ve Dünyanın diğer bölgelerinde yaşanan çatışmalar ve katliamlar Kıbrıs’ta Türk askerinin varlığı ile anavatan Türkiye Cumhuriyeti’nin garantörlüğünün Kıbrıs Türk halkı için ne kadar önemli ve yaşamsal olduğunu bir kez daha göstermektedir.
Hakimiyetçi ve dayatmacı Rum zihniyetinin yanı sıra BM Güvenlik Konseyi’nin 4 Mart 1964 tarihli, 186 sayılı haksız, hukuksuz ve siyasi kararı ile Avrupa Birliği’nin kendi kriterleri hilafına Rum tarafını haksız bir şekilde üyeliğe alması ve Rum-Yunan ikilisine destek vermesi de eşitlik temelinde bir çözüme ulaşılmasının önündeki diğer engellerdir.
Bunlardan cesaret ve güç alan Rum tarafı adil ve kalıcı bir çözüme yanaşmamakta ve kabul edilemez taleplerde bulunmaktadır. Rum liderliği haksız ve hukuksuz şekilde elde ettiği konfor alanını korumak için müzakare süreçlerini bir araç olarak kullanmakta ve halkımızı izolasyon zülmü altında ezmeye çalışmaktadır.
Birleşmiş Milletler ile Avrupa Birliği’ne çağrım Kıbrıs konusunda gerçeklere aykırı ve ayırımcı tutumlarından vazgeçmeleridir.
Rum liderliğinin otorite ile yetkisi sadece kendi sınırları içerisindedir. Rum liderliği ne adanın tümüne dair ne de Kıbrıs Türk halkının geleceğine dair söz söyleme hakkına sahiptir.


Değerli kardeşlerim;
Rum zihniyeti ile özellikle Annan Planı referandumu süreci ve rum tarafının tutumundan dolayı “Başarısızlık Abidesi” olarak tanımlanan Crans Monta görüşmelerinde yaşananlar Kıbrıs’ta federal temele dayalı bir çözüm şeklinin mümkün olmadığını bir kez daha gözler önüne sererken, egemen eşit iki ayrı devletin varlığına dayalı çözüm önerimiz gündeme getirilmiş ve bu önerimiz ilk kez 2021 Nisan ayında Cenevre’de gerçekleşen toplantıda Birleşmiş Milletler’e sunulmuştur.
Bölgenin en büyük ve en güçlü ülkesi olan Anavatan Türkiye tarafından da desteklenen bu çözüm şekli Kıbrıs’ın ve bölgenin yararına olacak olan, adil, kalıcı ve sürdürülebilir tek çözüm şeklidir. Burada, bir kez daha belirteyim ki; bu çözüm önerimizden geri adım atacak değiliz. Tüm baskılara ragmen bu konuda kararlıyız.


Kahraman halkım;
Kıbrıs konusunda “Yeni Milli Siyaset” olarak tanımlanan bu çözüm önerimiz ile tutumumuz Anavatan Türkiye tarafından da büyük bir kararlılıkla desteklenmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın BM 77’’inci ve 78’inci Genel Kurul toplantılarında yapmış olduğu tarihi konuşmalarda dünyaya Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıyınız, zulüm niteliğindeki ambargolara son veriniz” çağrısında bulunması, bu kararlı ve azimli tutumunu sürdürmesi, Türkiye Cumhuriyeti Milli Güvenlik Kurulu’nun müteakip defalar almış olduğu kararlarda çözüm önerimize destek verilmesi, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın her platforumda bizlerden esirgemediiği güçlü desteği ve Türkiye Cumhuriyeti Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in “Kıbrıs’ta iki devletli bir çözüm dışında bir çözüm yoktur” şeklindeki açıklaması gücümüze güç katmıştır.
Türk Devletleri Teşkilatı’na KKTC’nin anayasal adıyla gözlemci üye olarak katılması önemli bir başarımız olurken, Azerbaycan’ın Şusa kentinde 5-6 Temmuz 2024 tarihinde düzenlenen Türk Devletleri Teşkilatı zirvesine Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in davetiyle katılmamız ve orada KKTC bayrağının dalgalanması başarımızı taçlandırmıştır. Halkımızın ve devletimizin özden gelen haklarının tesisi ve tanınması adına çok önemli olan bu gelişmelerin hayata geçirilmesine büyük gayretleri ve katkıları olan , bizlere bu başarıları sağlayan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’e şahsım ve halkım adına teşekkürlerimi sunarım.
KKTC, Türk Devletleri Teşkilatı’nın her organizasyonunda temsil edilirken, Türk Devletleri Teşkilatı gözlemci üyeliğimizin daha ileriye götürülmesi ve tanınma yolunda ilerlememiz öncelikli hedeflerimizdir.
Rum Yönetimi, KKTC’ne yönelik izolasyonları daha da yoğunlaştırıp, mülkiyet konusunu da siyasallaştırarak baskı, tehdit ve diğer yöntemlerle KKTC’ni çökertmeye çalışmaktadır. Ama başarılı olamayacaklardır. KKTC ve halkımız diz çökmeyecektir. Anavatan Türkiye ve Türk dünyasından aldığımız güçle yeni yolumuzda kararlılıkla ilerlemeye devam edeceğiz.
Sevgili kardeşlerim;
Son dönemde yine federal temele dayalı çözüm şekli ile “müzakerelerin Crans Montana’da kaldığı yerden başlaması, Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılması, Türk askerinin Kıbrıs’tan uzaklaştırılması ” yönünde baskı ve dayatmalar da bulunuyorlar.
Bunlar gerçekleşmeyecek olan boş hayallerdir.
Dünyaya bir kez daha sesleniyorum ki; Bunları, federal temele dayalı ve Rum hakimiyetinde üniter bir develete dönüşecek çözüm şeklini asla kabul etmeyeceğiz. Tek dişi kalmış canavarlar üzerimize gelse de devletimizden, egemenliğimizden, anavatan Türkiye’nin garantörlüğünden ve Türk askerinden vazgeçmeyeceğiz. Egemen eşitliğimiz ve eşit uluslararası statümüz tanınmadan müzakere masasına oturmayacağız.
Hazırlanmakta olan Bizans oyunlarını yine boşa çıkaracağız, yarım asır daha müzakere masalarında Rum tarafının esiri olmayacağız.


Kahraman halkım,
En büyük gücümüz Anavatan Türkiye’dir. Bunun bilincinde olan Rum tarafı ile bazı çevreler Anavatan Türkiye ile var olan kadim ve sarsılmaz bağlarımızı koparabilmek için her türlü faaliyetler ile algı operasyonlarını yürütmektedir. Değişmeyen hedefleri halkımızı yalnızlaştırmak ve yok etmektir. Tüm bunlara karşı dikkatli ve uyanık olalım, kıvançta ve tasada bir olduğumuz Anavatan Türkiye’ye daha sıkı sarılalım.


Sevgili vatandaşlarım, kahraman halkım;
Mutlu 20 Temmuz Barış Harekatı’nın 50’nci yıldönümünü kutlarken, en içten duygu ve düşüncelerimle belirtiyorum ki; 20 Temmuz 1974 sabahı doğan özgürlük güneşi sonsuza dek parlayacak ve sönmeyecektir.
Bu tarihi ve büyük günde halkımızın bir asırlık direnişini, Mücahitlerimizi ve gazilerimizi en içten duygularımla selamlarken, her zaman ve her koşulda yanımızda olan Anavatan Türkiye’ye, kahraman Türk ordusuna, şahsım ve Kıbrıs Türk halkı adına şükranlarımı sunarken, aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum.
Selam sana kahraman Kıbrıs Türk halkı, selam sana anavatan Türkiye, selam sana Mücahit ile Mehmetcik, selam sana Türk dünyası...
Barış ve özgürlük güneşinin altında daha nice 50’nci yıldönümlerine.