EN

İzmir’de düzenlenen “Adalar Denizi ve Yunanistan ile Komşuluk İlişkileri Sorunları Sempozyumu”nda konuşan Cumhurbaşkanı Tatar; “Yegane çözüm yolu iki ayrı devlete dayalı çözümdür”

Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, İzmir’de düzenlenen “Adalar Denizi ve Yunanistan ile Komşuluk İlişkileri Sempozyumu”nda konuştu. Cumhurbaşkanı Tatar, yaptığı konuşmada Kıbrıs’ın önemine dikkat çekerken, en gerçekçi çözüm yolunun egemen eşit iki ayrı devletin varlığına dayalı çözüm şekli olduğunu bir kez daha belirtti.

Fotoğraflar



Cumhurbaşkanı Tatar’ın konuşması şöyle;

“Bugün 9 Eylül şanlı Türk milletinn  tarihinde fevkalade önemli bir gün. İzmir’in kurtuluş yıl dönümünde bugün bir yıl süren ve 1571’de tamamlanan Kıbrıs’ın fethinin de 450. yıl dönümünde, 9 Eylül de Lefkoşa’nın fethinin günüdür. 450 yıl önce ilk önce Limasol, daha sonra Larnaka daha sonra Lefkoşa ve son olarak Gazimağusa’nın fethiyle Kıbrıs’ın fethi 80 bin şehit vererek tamamlanmıştır.

Adalar Denizi, Yunanistan ile ilişkiler ve Kıbrıs’ın da pozisyonu bugüne baktığımızda ön sıralarda yer alıyor. Milli Savunma Bakanı Sn. Hulusi Akar’ın kapsamlı konuşmasını dikkatle dinledim. Konuşmasında  önemli ayrıntılar vardı. Kendisine yürekten teşekkür ediyorum. Netice itibarıyla ben KKTC Cumhurbaşkanı olarak Kıbrıs açısından meseleyi değerlendirmeye çalışacağım.

Kıbrıs, elbette Anavatan Türkiye için bu bölgenin istikrarı ve istikbali için fevkalade önemli bir adadır. Az önce Yunanistan’ın Ege’de oynadığı ve oynamakta olduğu oyunları dinledik. Lozan Anlaşması’nın ne olduğunu ve neleri içerdiğini çok iyi biliyoruz.  Şimdi de 12 millerden bahsedilmektedir. Bunları Türkiye’nin kabul etmesi mümkün değildir. Bu açık ve nettir.

Kıbrıs’a baktığımızda, gerçekten orada da bunların ötesinde oyunlar oynanmaktadır. 80 bin şehit vererek aldığımız Kıbrıs adasının nasıl sinsice elimizden alınmaya  çalışıldığını hepimiz zaten biliyoruz. Osmanlı devletinin sıkıntıları ile adanın İngiltere’ye kiralanması, o anlaşma ile geçici bir dönem olarak imzalanıyor ve eğer gün gele İngiltere Kıbrıs’tan çıkacaksa, Kıbrıs tekrar Osmanlı devletine veya onun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’ne iade edilecekti şeklinde hükümler ve maddeler vardır. Ama İngiltere,  Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya ile hareket etmesini fırsat bilerek Kıbrıs’ı 1914’lerde gasp ediyor. 1923’te de Lozan Anlaşmasıyla bir anlaşmaya bağlıyor. İngiltere’nin Kıbrıs’ı gasp etmesi hukuken ne kadar ? Bana göre doğru değildir. Ama yaptılar. 1923 Lozan Antlaşması’na göre, Türkiye her zaman taraftır. Şimdilerde Kıbrıs meselesi müzakere masalarında görüşürken, Türkiye’nin sadece garantör bir ülke olduğu değerlendirilmektedir. Evet Türkiye, Kıbrıs Kuruluş Anlaşmaları ve içindeki Garanti ve İttifak Anlaşmalarında elbette garantör ülkedir ama aynı zamanda Lozan Antlaşması’nın 16. Maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin devamı olduğu için mutlaka Türkiye Cumhuriyeti her masada taraftır, her masada orda olmalıdır. Zaten öyledir ve Kıbrıs Türkü’nün de yanındadır.

Dolayısıyla bizim siyasetimiz, Sayın Akar’ın  da ifade ettiği gibi, Kıbrıs’ta Kıbrıs Türk halkının geleceği bakımından artık egemen eşitlik temelinde bir anlaşmanın olabileceği yönündedir. Çünkü oynanan oyun yıllarca federal temelde bir anlaşma ile üniter bir devlet esas itibarıyla tek egemenlik, ve çoğunluğun azınlığı yöneteceği ve AB oyunu ile kimseye sormadan yine hukuk dışı olarak Annan Planı’nda Kıbrıslı Türklerin evet demesine, Rumların hayır demesine rağmen Rumların tek taraflı olarak ne Türkiye, ne Kıbrıslı Türklere danışılmadan AB’ne alınması ve o günden bugüne meselenin daha da düğümlü bir hale gelmesidir. Bir düğüm daha atıldı. Kıbrıs Rum tarafının adanın tek hükümetiymiş gibi muamele görmesi, BM kararları, AB meselesi boyutuyla daha da karmaşık hale gelmiştir. Kıbrıs meselesine çözüm bir bakıma imkansız hale gelmiştir. Çünkü burada Türkiye’nin de menfaatleri vardır. Biz her zaman Kıbrıs’ta bu işi müşterek ve ortak değerlerle yürüttüğümüzü söylüyoruz. Kıbrıs Türkü her zaman Türkiye’nin desteğiyle var olmuştur. Türkiye, sadece 40 mil uzaklıktadır. Girne’den kalktığınızda sabah Toros dağlarını görebilirsiniz. Anamur’dan baktığınızda Beşparmak Dağlarını görebilirsiniz. Ege’deki bu ihtilafları değerlendirdiğimizde, bir  de Doğu Akdeniz’de Kıbrıs’ta oynanan oyunlar var.  Kıbrıs’ın üniter bir yapı veya AB içerisinde Türkiye’den kopartılması amacıyla oyun oynanıyor;   Federal çatı, AB içerisinde tek egemenlik ve zaman içinde Türkiye’den kopartılması.

Türkiye’den kopartılmasıyla Kıbrıs’ın nasıl bir hal alacağını tabii ki çok kolayca değerlendirebiliriz. O zaman, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikmal yolları, Doğu Akdeniz’deki hakimiyeti, hem stratejik boyutu sıkıntıya girer. Doğu Akdeniz’deki uzantısı olarak tüm bu konuları da Türkiye ile beraber değerlendirmek ve istişare etmek ve ona göre siyaset geliştirmek noktasında bu iradeyi ortaya koyabiliyoruz. Şimdi  artık yeni siyaset benim Cumhurbaşkanı seçilmemle Türkiye Cumhuriyeti’nin de tam desteğiyle egemen eşitliğe dayalı yan yana yaşayan iki ayrı devletin iş birliği ile ancak Kıbrıs’ta bir anlaşmanın olabileceğini var gücümüzle tüm dünyaya haykırmaya çalışıyoruz. BM’nin  eski parametrelerinin gündeme getirimesi, iki bölgeli iki toplumlu bir federasyon dayatması Kıbrıs Türkleri  yalnızlığa ve AB içerisinde Türkiye ile bağlarının kopartılmasına yöneliktir.  Bizim bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Federasyon çatısı altında eşitlik temelinde bir anlaşmayı Kıbrıslı Rumlar hiçbir zaman kabul etmemiştir. Herkes bunu gayet iyi biliyor. Müzakere notlarında okuyoruz. Oralarda oynanan oyun zaman içerisinde serbest dolaşım, serbest yerleşim ve serbest sermaye hareketleri ve dolayısıyla Kıbrıs’ın kuzeyini de ele geçirmeleri ve Kıbrıs’ın kuzeyinde kuracakları hakimiyetle Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki, Mavi Vatan’daki hem kıta sahanlığı, hem kara suları hem münhasır ekonomik bölge, hem hava etkinliğiyle her boyutuyla Türkiye’yi kuşatmaktır. Ve dolayısıyla oyun, Ege adalarında az önce dinlediğimiz tehlikelerin bir uzantısı olarak Doğu Akdeniz’de de Türkiye’yi kuşatmaktır.  Buna kimse müsaade etmez, zaten etmeyeceğiz. Mücadelemizin anlamı bu boyuttadır.

Biz 1571’den beridir Kıbrıs’ta bu mücadeleyi sürdüren bir halk, egemenliğimiz, bağımsızlığımız ve özgürlüğümüz için ağır bedeller ödeyen, şehitler veren ve her türlü soykırıma, vahşete karşı duran halkız. Sonuç itibarıyla her durumda Türkiye’nin desteğiyle direnebilmiş, TMT’yi kurabilmiş, 1960 anlaşmaları ile Türkiye’nin garantörlüğünü elde etmiş ve Türkiye’nin garantörlüğüyle gerek Erenköy’de direnmiş, 1974 öncesi katliamlara karşı durabilmişiz. 15 Temmuz 1974’te Yunanistan’daki Cunta Yönetiminin Kıbrıs’taki iş birlikçileri ile Kıbrıs’ı bir Yunan adası yapmak için yaptığı darbe son hamleydi. Öncesinde çok oyunlar oynandı. İngiltere 1878’de adaya ayak bastığında papazlar İngiliz valiyi sarmışlar, demişler ki ‘bizim tek hedefimiz, burayı Yunanistan’a bağlamaktır’ ve o günden bugüne bu hayalle yaşadılar. Halen, Rum Yönetimi Başkanı Nikos  Anastasiadis, milli günlerinde yaptığı konuşmalarda ‘Kıbrıs bir Helen adasıdır. Kıbrıs Helen olacaktır. Nihai hedefe ulaşana dek bu dava devam edecektir’ diyor. Bizler tüm bunlara direndik, direnmeye devam edeceğiz. Çünkü bizim arkamızda bugün 85 milyon yarın 100 milyon olacak olan güçlü bir Türkiye Cumhuriyeti var. Yalnız değiliz, arkamızda Anavatanımız var. Garantör ülke ve bu bölgenin en büyük  en güçlü ülkesi olan Türkiye Cumhuriyeti güçlenerek var olmaya devam ediyor. Kıbrıs Türklerinin haklarını korumak için her türlü iradeyi ortaya koymuştur. Bizim Kıbrıs Türk halkı olarak bunları yapabilmemizde, Türkiye Cumhuriyeti ile beraber ve Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihten gelen haklarının korunmasında iş birliği halinde hakkımızı, hukukumuzu, güvenliğimizin korunmasında iş birliği halinde politikamızı sürdürüyoruz.

 Kıbrıs Türk halkının yok olması  ve aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğu Akdeniz’deki hakimiyeti ve varlığının sona ermesini hedefleyen oyunlara onay vermemiz  mümkün değildir. Bu siyaseti derinlemesine incelemek ve karşı tarafı her ayrıntısıyla takip etmek bizlerin de görevidir. Tabii ki Kıbrıs’ta bizden farklı düşünenler olabilir. Ama bizim yolumuz doğru yoldur. Bizim yolumuz milletin yoludur. Bizim yolumuz Anadolu’nun yoludur. Bizim yolumuz Türkiye ile birlikte tarihten gelen kopmaz bağlarımızı muhafazasıdır. Onurlu siyaset ve var olma mücadelesidir.

Bugün 9 Eylül, İzmir’de bulunmaktan onur duyuyorum. Bu hitabı yaparken gurur duydum. Ege’den başlayan Doğu Akdeniz’e kadar uzanan bu büyük mücadelenin Kıbrıs Türk halkı olarak bir parçası olmak ve bütün bu mücadelede bizim de bir rolümüzün olması bize gurur verir, onur verir. Siyasi anlamda, büyük Türkiye ile birlikte KKTC’nin de güçlenerek devam etmesi, güvenli bir gelecek için, müreffeh bir yaşam için bütün bu stratejik hamle ve oyunlarda Kıbrıs Türk halkının da siyasi bir halk olması önemlidir. Rumlar hiçbir zaman  adanın sahibi olmadı. Hiçbir zaman Rumlar, Türkleri yönetmedi. Bizlerin ataları 300 yıldan fazla Kıbrıs’ı yönetti.  Rum tarafının AB’ye alınmasını yabancılara sorduğumuzda siyasi karardır diyorlar. İşlerine geldiğinde siyasi karar işlerine geldiğinde hukuki karar diyorlar.
Cumhurbaşkanı Sn.Recep Tayyip Erdoğan konuşmalarında, bu sistemin adaletsizliğini ele alıyor. Biz ‘güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu bir dünya düzeni’ hayal ediyoruz. Biz mücadelemize devam ediyoruz. Güçlü Türkiye arkamızdadır. Sonuna kadar hakkımızı korumak için  mücadeleyi sürdüreceğiz. Doğu Akdeniz’de  Türk devleti vardır. Adı da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’dir. Bu devlet egemendir. Egemenliğini ve varlığını Kıbrıs Türk halkının haklı mücadelesine borçludur, bu mücadele de 1571’de başlar.
Bugün Kıbrıs’ta barış varsa Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, Kıbrıs Barış Harekatı’na bağlıdır. 1974’ten beridir hamdolsun ki Kıbrıs’ta barış vardır. Kimsenin burnu kanamamıştır.
Kıbrıs meselesi Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar arasındaki bir mesele değildir. Uluslararası anlaşmalarda da öyledir, Türkiye ve Yunanistan arasındaki dengelerin oluşmasında da ulusal bir meseledir. Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünün Kıbrıs’ta devam etmesi gerekmektedir. Aksi  halde, Ege’de oynanan oyunlar Doğu Akdeniz’de oynanacaktır. Bu konularda ortaya koyduğumuz tavrın devam etmesi, bu konularda dik durulması  ve Türkiye Cumhuriyeti’nin son yıllarda gücünün artmasıyla dünya artık gerçekleri mutlaka görmelidir.”