Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı BRTK konuşması:
“Kahraman Türk Halkı, sevgili kardeşlerim,
Kıbrıs Türk halkına özgürlüğü ve bağımsızlığı getiren, kendi vatanımızı ve devletimizi yaratabilme yolunu açan 20 Temmuz Barış Harekatı’nın 49’uncu yıldönümüne ulaşmış bulunuyoruz.
En büyük bayramımızı büyük bir coşku ve heyecanla kutlarken, aziz şehitlerimizi, özgürlük ve bağımsızlık mücadelemizin lideri Dr. Fazıl Küçük’ü, Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf R. Denktaş’ı, dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit’i, Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’ı bir kez daha rahmet ve minnetle anarken, gazilerimizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün, bir asırlık mücadelenin Mutlu 20 Temmuz Barış Harekâtı ile taçlandığı gündür. Bugün, halkımızın özgürlüğe, güvenliğe, tüm Kıbrıs’ın da barış ve huzuru kavuşmasının 49’uncu yıldönümüdür.
Sevgili kardeşlerim,
Bugün, kendi devletimizin çatısı altında, kendi vatanımızda özgür, egemen korkusuz ve başı dik olarak yaşıyorsak, bunu halkımızın bir asırlık mücadelesine, aziz şehitlerimize, Mutlu 20 Temmuz Barış Harekatı’na ve Mücahitlerimiz ile Mehmetçiklerimize borçluyuz. Bunu unutmak ve unutturmak asla mümkün değildir.
Geçmişe takılıp kalmıyoruz, düşmanlık gütmüyoruz, ama geçmişte yaşananları unutmadan mücadelemizde ve yolumuzda ilerlemeye devam ediyoruz.
Rum-Yunan ikilisinin, atalarımızın fethettiği, Anadolu’dan gelerek yerleştiğimiz ve vatan bildiğimiz bu adayı, Girit adasında yaşananlar gibi Türkleri yok ederek bir Elen adası yapma girişimleri yeni değildir.
Tarihi gerçeklere ve belgelere baktığımızda 1821 yılında başlayan bu girişimin Kıbrıs’ın 1878 yılında İngiltere’ye kiralanması ve İngiltere’nin 1914 yılında Kıbrıs’ı ilhak etmesinden sonra daha da yoğunlaştığını görürüz. 1912 yılında 32 köyümüzün saldırıya uğraması ve Türklerin göçe zorlanmalarını da unutmak mümkün değildir.
Rumların 1931 yılında başlattıkları isyanın ve 1955 yılında devreye konulan EOKA terör örgütünün de hedefi, Kıbrıs Türk halkını yok edip, adayı Yunanistan’a bağlamaktı.
Yunanistan ve Rum Ortodoks Kilisesi tarafından organize edilen ve desteklenen EOKA terör örgütünün saldırılarına ve katliamlarına karşı halkımızı savunmak amacıyla Türk Mukavemet Teşkilatı öncülüğünde büyük bir direniş başlatılırken, halkımız evlatlarını toprağa verdi. Çok büyük acılar yaşandı. Can ve kan pahasına adanın Yunanistan’a bağlanması önlendi.
Sevgili kardeşlerim,
TMT öncülüğünde yürütülen destansı direnişle, Rumlar tarafından “azınlık ve misafir” olarak görülen halkımız 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit kurucu ortağı olmayı başardı.
Ama ne var ki değişmeyen ve hala daha devam eden Rum zihniyetine göre azınlık olan Kıbrıs Türklerinin devlet yönetiminde yer almaları mümkün değildi.
Rum liderliği Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ‘Enosise bir sıçrama tahtası’ olarak görürken, cumhuriyetin ilk günlerinden itibaren Rum silahlanması başladı, Anayasa’da Türklere tanınan tüm haklar ayaklar altında çiğnendi ve Türk halkını imha planı olan Akritas Planı devreye konuldu.
Akritas Planı doğrultusunda 1963 yılının 21 Aralık günü Rum saldırıları başladı. Bu saldırılarda 103 köyümüz yakılıp yıkılırken, on binlerce insanımız göç etmek zorunda kaldı. Camilerimiz ve kutsal mekanlarımız yok edildi. İnsanlarımız katliam çukurlarına gömüldü.
Halkımız eşit kurucu ortağı olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nden silah zoruyla dışlanırken, adanın yüzde 3’üne tekabül eden gettolarda kuşatma altına alındı, çadırlarda yaşamaya mahkum edildi. Açlığa ve yoksulluğa itildi. İnsanlarımız yollardan, iş yerlerinden alınarak katledildi.
Dünya, Kıbrıs’ta yaşananlara ve halkımızı katledilmesine seyirci kalırken, o günlerde yine yanımızda bir tek anavatan Türkiye vardı. Halkımız , anavatan Türkiye’nin destek ve yardımlarıyla mücadeleye devam etti. Bunları da unutmak asla mümkün değildir. Unutmadık ve unutmayacağız.
Kahraman kardeşlerim,
Enosis hayalinden vazgeçmeyen Yunan liderliği ile Kıbrıs’taki uzantıları 15 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirdikleri darbe ile ‘Kıbrıs Elen Cumhuriyeti’ni’ ilan ederken, ana hedef yine halkımızı yok edip, adayı Yunanistan’la birleştirmekti. Anavatan Türkiye de uluslararası antlaşmalardan kaynaklanan garantörlük hakkını kullanarak 20 Temmuz 1974 sabahı Barış Harekatı’nı başlattı.
Barış Harekatı devam ederken, halkımız çok büyük acılar yaşadı. Türk askerinin ulaşamadığı bölgelerde savunmasız durumda bulunan halkımız Rumlar tarafından katliamdan geçirildi. Limasol, Larnaka, Baf , Taşkent, Atılar, Muratağa ve Sandallar katliamları ile diğer bölgelerde yaşananlar Rum vahşetinin en büyük kanıtıdır. Eğer Türk askeri gelmeseydi Kıbrıs Türk halkı tümüyle soykırımdan geçirilecek ve ada bir Elen adası olacaktı.
Rum-Yunan ikilisi ile bazı çevreler 20 Temmuz Barış Harekatı’nın nedenlerini ve Kıbrıs’ta yaşananları gizleyip, Kıbrıs sorununun 1974 yılında başladığını iddia ederken, Barış Harekatı’nın “bir işgal harekatı” olduğunu ileri sürebiliyorlar.
Bu iddialar ve suçlamalar asla kabul edilemez. Bu iddiaları ileri sürenler, işgalci görmek istiyorlarsa Kıbrıs Cumhuriyeti’nin silah zoruyla bir Rum devletine dönüşmesine ve 15 Temmuz 1974’de Yunanistan ve işbirlikçileri tarafından gerçekleştirilen faşist darbeye bakabilirler. Kıbrıs’ta gerçek işgalci Rum-Yunan ikilisidir.
Bu arada şunu da belirtmekte büyük yarar vardır; 20 Temmuz Barış Harekâtı gerçekleşmemiş olsaydı, 15 Temmuz 1974 faşist darbesine karşı çıkan bütün Rumlar darbeciler tarafından katliamdan geçirilecek, Yunanistan’daki Cunta Yönetimi yıkılmayacak, Yunanistan’a demokrasi gelmeyecekti.
Kahraman kardeşlerim,
Halkımızın, 20 Temmuz Barış Harekatı ile elde ettiği en büyük kazanımlardan biri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne kavuşmuş olmamızdır. KKTC devlet olma yolunda verdiğimiz 59 yıllık mücadelenin en önemli sonucudur.
Halkımız, eşit kurucu ortağı olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nden silah zoruyla dışlanırken, 1964 yılının Ocak ayında kendi kendini yönetmek ve yönetsel işlevleri yerine getirebilmek için Genel Komite’yi oluşturdu. Bu ayrı bir devlete sahip olabilmek yolunda atılan ilk adım oldu.
Bunu, 1967 yılında Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi, daha sonra Kıbrıs Türk Yönetimi’nin oluşumu izledi. Barış Harekâtı sonrasında Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi, 1975’te ise Kıbrıs Türk Federe Devleti kuruldu. 15 Kasım 1983’te ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edildi.
Kıbrıs Türk halkının varlığını ve iradesini temsil eden KKTC, egemen, özgür ve tüm demokratik kurumlarıyla çağdaş bir devlettir. En az Rum devleti kadar meşrudur. KKTC tanınsa da tanınmasa da vardır ve var olmaya devam edecektir. Tüm baskılara, ambargolara ve izolasyonlar rağmen bu devlet dimdik ayaktadır.
Pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de bazı ekonomik ve sosyal sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunlar yaşanıyor diye devletimizden ve egemenliğimizden vazgeçecek değiliz. Tam aksine, birlik ve dayanışma ruhuyla çalışarak devletimizi daha ileri noktalara taşımalıyız.
Ekonomide, turizmde, yüksek öğrenimde, bilişimde, sanayide, inşaat ve emlak sektöründe, endüstriyel tarımda ve diğer tüm sektörlerde daha yüksek seviyelere ulaşacağımıza inanıyorum. Anavatan Türkiye’nin yardımlarıyla bunu mutlaka başaracağız.
Asrın Dev Projesiyle Anadolu’nun suyu topraklarımıza akarken, yeni Ercan Havalimanı’nın açılması da ulaşımın yanı sıra ekonomiye ve turizme çok büyük katkı sağlayacaktır.
Hedefimiz Kıbrıs’ın ve bölgenin yararına olacak adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir anlaşmaya ulaşmaktır. Bu hedefe yönelik olarak da 1968 yılında başlayan ve uzun yıllar devam eden müzakere süreçlerinde Anavatan Türkiye ile birlikte her zaman olumlu ve yapıcı bir tutum izledik. Ama ne var ki halkımıza azınlık haklarını dayatma çalışan Rum-Yunan ikilisi hakimiyetçi ve olumsuz tutumunu sürdürmüş ve hala daha da sürdürmektedir.
Rum-Yunan ikilisi ile destekçilerinin ana hedefi federal çözüm altında halkımızın devleti ile müktesep egemen eşitliğini yok etmek, “sıfır asker- sıfır garanti’ dayatmasıyla Anavatan Türkiye’nin garantörlüğünü kaldırmak ve Türk askerini Kıbrıs’tan uzaklaştırmaktır. Çözümden ve anlaşmadan yanayız ama bunları kabul etmemiz mümkün değildir.
Doğu Akdeniz’de bir Türk devleti olan ve Türk egemenliğinin dayanak noktasını oluşturan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığını hazmedemeyen emperyalist güçler ile Avrupa Birliği’nin Rum-Yunan ikilisine destek vermesi çözümün önündeki bir diğer engeldir. AB’nin Kıbrıs konusundaki hukuka aykırı ve ayırımcı tutumu, Rum-Yunan ikilisini cesaretlendirmekte ve çözüm çabalarını dinamitlemektedir.
Annan Planı referandumu sürecinde AB’nin Kıbrıs Türklerine vermiş olduğu sözlerin bir tekini bile yerine getirmemesi ve referandumda hayır diyen Rum tarafını üyeliğe alması da AB’nin gerçek yüzünü ortaya sermektedir.
Sevgili vatandaşlarım,
Özellikle Annan Planı ile ilgili referandum sürecinde ve Crans Monta görüşmelerinde yaşananlar federal temele dayalı bir anlaşmanın mümkün olmadığını bir kez daha gözler önüne sererken, egemen eşit iki ayrı devletin varlığına ve kurumsal işbirliğine dayalı çözüm önerimiz gündeme gelmiş ve bu önerimiz ilk kez Cenevrede gerçekleşen toplantıda BM’ye sunulmuştur.
Anavatan Türkiye tarafından da desteklenen bu çözüm şekli Kıbrıs’ın ve bölgenin yararına olacak olan tek çözüm yoludur. Bu önerimizden geri adım atacak değiliz. Egemen eşitliğimiz ve eşit uluslararası statümüz tanınmadan müzakere masasına oturacak değiliz.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın BM’nin 77’nci genel kurul toplantısında yapmış olduğu tarihi konuşmasında dünya ülkelerine “KKTC’ni tanıyınız” çağrısında bulunmasıyla yeni bir dönem başlamıştır. Bu yeni dönemde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Anayasal adıyla Türk Devletleri Teşkilatı’na gözlemci üye olarak kabul edilmesi de bir diğer büyük başarımızdır. Bu başarılar elbette devam edecektir. Gelecek bizimdir, gelecek Kıbrıs Türk halkınındır.
Değerli kardeşlerim,
Anavatan Türkiye’de demokratik bir ortamda ve halkın büyük bir katılımıyla yapılan seçimde yeniden Cumhurbaşkanı seçilen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk yurt dışı ziyaretini KKTC’ne yapması ve “her zaman KKTC’nin yanındayız” mesajını vermesi yeni siyasetimize bir güç daha katmıştır.
Son günlerde, “Guterres Çerçevesi” yeniden ısıtılıp gündeme getirilirken, “müzakerelerin Crans Montana’da kaldığı yerden devam etmesi” yönünde girişimler bulunmaktadır.
“Guterres Çerçevesi” ile Crans Montana görüşmelerinde federal temele dayalı ve Rum hakimiyetinde üniter bir devlete evrilecek bir çözüm şekli ile Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılması dayatılmak istenmişti. Şimdi de aynı dayatmalarda bulunuyorlar. Buradan dünyaya bir kez daha sesleniyorum; böyle bir çözüm şeklini kabul etmeyeceğiz, dayatmalara boyun eğmeyeceğiz, egemen eşitliğimiz ve eşit uluslararası statümüz tanınmadan müzakere masasına oturmayacağız.
Sevgili kardeşlerim,
Uluslararası hukuk ve insan haklarını dikkate alarak 2020 yılında KKTC’nin bir parçası olan kapalı Maraş açılımını başlattık. Kapalı Maraş’ta kamuya ait bazı bölgeler ile deniz sahilinin bir bölümü halkın kullanımına açıldı. 20 Temmuz 1974 Barış Harekatı’nın 47’nci yıldönümünde de kapalı Maraş açılımının ikinci aşamasına geçildi. Bu çerçevede kapalı Maraş’ın yüzde üç buçuğuna tekabül eden bölge, askeri bölge statüsünden çıkarılarak, iade talebiyle başvuran hak sahiplerine Taşınmaz Mal Komisyonu’nun bu yönde karar vermesine olanak sağlandı.
Bugüne kadar 500’den fazla Rum Taşınmaz Mal Komisyonu’na başvururken, bir milyonu aşkın kişi de kapalı Maraş’ı ziyaret etti. Tüm bunlar kapalı Maraş açılımının ne kadar doğru olduğunu gösterirken, ekonomimize de büyük katkılar sağlanmış oldu. Kapalı Maraş açılımı da devam edecektir.
Kendisini Kıbrıs’ın tek sahibi olarak gören Rum tarafı Doğu Akdeniz’e ve enerji kaynaklarına sahip çıkma uğraşlarını sürdürürken, anavatan Türkiye ile KKTC’ni dışlamaya çalışmaktadır. Rum tarafının bu girişimlerine karşı seyirci kalacak değiliz. Karada ve havada olduğu gibi Mavi Vatana da kararlılıkla sahip çıkmaya devam edeceğiz.
Sevgili vatandaşlarım,
En büyük gücümüzün Anavatan Türkiye olduğunun bilincinde olan Rum-Yunan ikilisi ile bazı çevreler Anavatan Türkiye ile var olan bağlarımızı koparabilmek amacıyla her türlü provokasyon ile algı operasyonları yürütmektedir. Bunlara karşı dikkatle ve uyanık olalım, Anavatan Türkiye’ye daha sıkı sarılalım.
Unutmayalım ki; Anavatan Türkiye ile Kıbrıs Türk halkı et ve tırnak gibidir. Tasada ve kıvançta her zaman biriz, bir olmaya devam edeceğiz. Özgürlüğümüz ve bağımsızlığımız uğruna şehit düşen Mehmetçiklerimiz, şehit Mücahitlerimiz ile bu topraklarda kucak kucağa yatmaktadır.
Anavatan Türkiye ile tasada ve kıvançta her zaman biriz ve bundan sonra da bir olmaya devam edeceğiz.
Sevgili vatandaşlarım,
20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramınızı bir kez daha kutlarken, Allah’tan dileğim 20 Temmuz 1974 sabahı Girne semalarında doğan özgürlük güneşinin hiç sönmemesi ve sonsuza dek parlamasıdır.
Bu kutlu günde, her zaman yanımızda olan destek ve yardımlarını esirgemeyen Anavatan Türkiye’ye, kahraman Türk Ordusuna şahsım ve halkım adına şükranlarımı sunarken, aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyor, gazilerimizi saygıyla selamlıyorum.”